Yemek Yapmak Terapi Midir?
Geçenlerde
bir postumda (iyi, temiz, adil ve az) yemek yemenin insanı hayata bağladığını söylemiştim.
Öyleyse yemek yapmak terapi midir? En son ne zaman anda olduğunuzu hissettiniz?
Hani şöyle doya doya “İşte yaşamak böyle bir şey.” dediniz. Hatırlamıyorsanız
yalnız değilsiniz. Şehirlerde yaşayan dünya nüfusunun çoğunluğu gibi bir
yerlere koştururken anı kaçırıyorsunuz. Peki, o zaman ne yapmalı? Anda kalmalı!
Peki, nasıl? Hadi bakalım nasıl J
Son
sürat hızlı bir tempoda ilerleyen şehir hayatlarımızda detaylar maalesef pek önemsenmiyor.
Koştura koştura gittiğimiz işten, aceleyle markete gidiyor, belki çocukları
okuldan alıyor veya servis saatine yetişiyoruz. Her şeyi hızla yapıyor, hızla
tüketiyoruz. Oysa hızla yaşadığımızda anı kaçırıyoruz. Milan Kundera’nın Yavaşlık kitabında dediği gibi
“Yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi
unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma
arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şey anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü
yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan
insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.” Ağır yapılan herşey
zihinde daha çok iz bırakır. Ya da tam tersi bizi etkileyen bir olayı bir kaç
saniye dahi olsa her detayıyla hatırlarız. Anda olmak zihin yorgunluğunu, kafa karışıklığını, depresyonu önlediği gibi; doğru karar vermeyi ve insanın gerçek potansiyeline ulaşmasını sağlar.
Peki nasıl
anda kalabiliriz? Şimdi büyük şehirlerde uyaran fazlalığı sebebiyle özellikle son
yıllarda çok popüler olan dikkat dağınıklığını gidermek ve konsantrasyonu artırmak
adına veya terapi olarak mindfulness
/ farkındalık eğitimleri, seminerleri
veriliyor. Artık anda kalabilmek hazine değerinde. Anda kalabilmek için daha iyi
bir yol ise sanatla uğraşmaktır. İster üretici, ister tüketici olarak sanatla uğraştığımızda
sadece o anda var oluruz. Düşüncemiz, aklımız, yüreğimiz, yani tüm benliğimiz yaptığımız
işte olur. Ayrıca şimdi sadece küçük yerlerde var olmaya devam eden zanaatkarlık
da tam anlamıyla anda olmayı gerektirir. Demir döven, cam üfleyen, çini tabağı boyayan,
halı dokuyan, gözleme açan, mantı buran, hatta tarlada çalışan birini izlemek bile
izleyeni hemen ana bağlar.
İşte bu yüzden
de yemek yemek kadar yemek yapmak da insanı hayata bağlar. Hatta yemek yapmak bir adım ötesine götürür ve insanı ana odaklar. Bir yemeği doğrarken, pişirirken, karıştırırken sadece yemeği
düşünmek gerekir. Bu anlamda yemek yapmak bir farkındalık, anda kalma, bir nevi terapidir. O zaman anda kalmak için zaman zaman yavaşlayıp nefes almak, ana
odaklanmak gerekir. Yemek yapmak, kitap okumak, yazı yazmak, müzik dinlemek, sanatla uğraşmak, spor yapmak, dans etmek, hareket etmek ve
hatta doğanın içinde olmak bizi ana bağlar. Yanan bir ateşi izlemek, dalgalanan
suyun dalgalarına odaklanmak, rüzgarın sesini dinlemek, yağmurdan sonra ıslanan
toprağın kokusunu fark etmek an ile iletişime geçmemizi sağlar. An ile sonsuzluk
arasında ise büyüleyici bir bağlantı vardır. Biz ne kadar inkar etmeye çalışsak
da aslında doğa bize her zaman doğru yolu gösterir. Sadece bakmasını bilelim… Bir
de onu yok etmeyelim!…
Yorumlar
Yorum Gönder