Yemek Yapmak Kadın İşi Midir?



Çok değil belki yalnızca 100 yıl öncesine kadar evde yemek yapmak sadece kadının görevi olarak görülürdü. Erkekler ise zamanla ancak bu meslek olarak daha revaçta olmaya başladığında, kadınlarla birlikte yavaş yavaş evlerinde mutfağa girdiler. Peki kadınlar mı daha iyi yemek yapar, yoksa erkekler mi? Bu fotoğraftaki kadın kim? Ben neden ona benzemeye çalıştım? Tüm bunların cevapları aşağıda J
 
Günümüzde dünyanın genelinde evdeki yemek işlerinin çoğunluğunu kadın üstlenir. Hele ki daha az modernleşmiş toplumlarda bu iş bölümü yok denecek kadar azdır. Kadın hala dünya genelinde yemek, temizlik, çamaşır, bulaşık, ütü ve benzeri ev işlerinin tümünden sorumlu kişidir. Peki kadınlar gerçekten yemek yapma konusunda erkeklerden daha mı yeteneklidirler? Anadan kızına geçen bir kültürle ve pratik yaparak kazanılan yemek yapma meziyeti yüzyıllar içerisinde nesilden nesile aktarılarak öğrenildiğinden, kadınlar toplumda genellikle erkeklerden daha iyi yemek yapmaktadırlar. Ve birden biri çıkıp, sorar: Peki öyleyse neden en iyi aşçılar erkeklerden çıkıyor? Eveet, bu soruya cevap verebilmek için biraz sosyolojiye ve bir tutam da tarihe eğilmemiz gerekiyor. Kadın doğurgan olduğu için taa mağara döneminden kalan güdülerle erkek dışarıda avlanırken o mağarasında kalıp, yavrularına bakmakta ve mağarada erkeğin getirdiği yemekleri işlemeye çalışmaktaydı. Demek ki bugün mağara döneminden fazla ileri gidememişiz ki, bu düzen hala devam etmekte. Ancak çok büyük bir farkla. Modernleşen toplumlarda artık kadın da mağarasından çıkıyor ve erkek kadar mesai harcayıp, dışarıda çalışıyor (avlanıyor). Ama eve döndüğünde yüzyılların verdiği alışkanlıkla evini düzene koymaya çalışıyor, çocuklara bakıyor, pişiriyor, temizliyor, düzenliyor, organize ediyor… Erkek ise avlanmadan döndükten sonra mağarasında huzurla dinlenmeyi tercih ediyor. Artık bazı erkekler yavaş yavaş yemek yapıp, ev işlerine yardımcı olmaya başlasalar da, henüz bunu bir iş bölümü olarak yapanların sayısı az.

Bu durumda bazı erkekler şöyle söylüyorlar: Madem kadınlar yoruluyorlar o zaman çalışmasınlar, evlerinde oturup, işlerini yapsınlar. Peki, günümüzde bu mümkün mü ve doğru mu? Kadınların çalıştığı günümüz zamanından biraz daha geriye gidersek kadınların mağaradan çıkıp (mağara devrini de biraz geçiyoruz), evlerinde oturup ev işi yaptığı zamanlara ulaşırız. 19. yüzyılda kadınlar evlerinde ev işi yaparken özellikle Amerika ve Avrupa’da  1800’lü yılların ortalarında sosyal bir olgu olarak kadınlar toplu halde depresyona girmeye başlamışlar. Bunu takiben bu olguyu araştıran bir kaç öncü kadının önderliğinde feminist hareket ortaya çıkmıştır. Feminizm cinsiyetler arası hukuki, ekonomik, kişisel ve sosyal eşitlik olmasını savunan bir akımdır. Peki, bu kadınlar neden depresyona giriyorlardı? Çoğunluğunu varlıklı sınıflardaki kadınların oluşturduğu bu depresyon akımının özünde Amerikalı psikolog Abaraham Maslow’un ünlü ihtiyaçlar hiyerarşisi yatmaktadır. Maslow’un 1943’te yayınlanan “İnsan Motivasyonu Teorisi” makalesinde anlattığı gibi insanın ihtiyaçları bir piramide benzer. Altlarda daha temel ihtiyaçların yer aldığı piramitte ihtiyaçlar giderildikçe yukarı çıkılır. En altta nefes alma, yemek yeme, su, uyuma gibi fizyolojik ihtiyaçlar vardır. Bunun üzerinde ev, sağlık, korunma gibi güvenlik ihtiyaçları yer alır. Bunları da gerçekleştiren bir kişi sevgi ve ait olma ihtiyacı hisseder. Ardından özgüven, özsaygı, başarı gibi saygı duyma gereği gelir. Üçgen şeklindeki ihtiyaç piramitinin en üstünde ise kendini gerçekleştirme yer alır. Diğer tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir kişi artık yaratıcılık, problem çözme ve hakikatin kabulu konularında gelişmek ister. İşte bu yüzden 19. yy.da evde oturup, eşinin işten eve dönmesini bekleyen kadınlar varlıklı bile olsalar ev işlerinde hiç bir ilerleme olmaması, yapılan işlerin görülüp takdir edilmemesi ve kendisini geliştirememesi sebebiyle birer birer depresyona girmeye başlamışlar. Çünkü ihtiyaçlar piramidinin ilk üç katını karşılayan kadınlar dördüncü veya beşinci basamakta takılıp, mutsuz olmaya başlamışlar. Aynı vasıfsız işi yapıp, karşılığında takdir görmeyen ve başkasına bağımlı hale gelen üst sınıfa ait bu eğitimli insanlar zaman içerisinde bunalıma sürüklenmişler. İnsanlar doğaları gereği gelişmeye açık varlıklardır. Eğer yeterli sağlık, güvenlik ve eğitim koşulları sağlanırsa potansiyellerini kullanarak her birey yaratıcı, iş geliştirici ve keşif odaklı olabilir. İşte feminizm her cinsin bu potansiyeline ulaşması için yolunun açılmasını öngörmektedir. (Önemli Dip Not: Kendi özgür tercihiyle ev işleri yapmayı, çocuk bakmayı seçmiş kadın veya erkeklere saygımız sonsuz. Hatta ev işleri ve çocuk bakımının büyük uzmanlık, sabır, bilgi ve yetenek gerektiren; çok kıymetli bir iş dalı olduğunu unutmayalım. Özellikle çocuk eğitimi konusunda potansiyeli olan kişilerin toplumu ileri taşıyacağı kesin. Burada bahsedilen eğitim ve çalışma özgürlüğü tanımadan evde çalışmaya zorunlu bırakılmış kişiler.)
insanlık sosyolojik gelişim üçgeni ile ilgili görsel sonucu
Peki, aşağıdaki kadın fotoğrafının tüm bunlarla ne ilgisi var? İşte tam bu feminist akım 20. yüzyılda da tüm hızıyla süregelirken, aslında 1943 yılında 2. Dünya Savaşı’nda çalışanların moralini yükseltmek için yapılmış bir resim yeniden ortaya çıkmış. Yumruğunu sıkıp, pazısını gösteren, sert ve güçlü bu kadın figürü ve üzerindeki “Biz Yapabiliriz!” yazısı 1980’lerde feminizmin simgesi haline gelip, ünlenmiş. Kadınların da güçlü olup, hak ve özgürlüklerini savunup, iş hayatında var olabileceğini simgeliyormuş. Hatta 1999’da Amerikan pulunda da kullanılan bu poster, ülkede en çok kullanılan görsellerden biri haline gelmiş. Aslında yıllar önce çalışanları kontrol altında tutmak için tasarlanmış bu görsel, yıllar sonra feministlerin güç sembolü haline gelmiş. “Biz” kadınlar anlamında kullanılmış ve amaç siyasi, ekonomik, kişisel ve sosyal cinsiyet eşitliğini sağlamakmış. Kadınların da erkekler gibi iş gücünde var olabileceğini ve kadının gücünü anlatıyormuş.  Bu görsel günümüzde de hala feminizmin en ünlü simgelerinden biri olarak kullanılıyor. Bu ve bunun gibi sosyal bilinçlendirme ve şekillendirme hareketleri sonucunda 20. yüzyıl içerisinde zamanla kadınlar ev hanımlığını bırakıp, iş gücünde yer almayı doğru bulmuşlar.
İlgili resim
Evde geçen bunalımlı bir dönemden sonra 20. yüzyılda kadınlar kendilerini gerçekleştirmek amacıyla ve kapitalizmin de kandırmacasıyla modern iş gücüne katılmaya başlamışlar. Ancak günümüzde erkekler gibi çalışmak, başarılı olmak isteyen veya maddi olarak bunu yapmak zorunda olan kadınları ise daha farklı zorluklar beklemektedir. Siyasi, ekonomik ve sosyal eşitsizlikler içerisinde gizli engeller, cinsiyetçilikler, tacizler ve önyargılar içerisinden kadınlar iş hayatında erkeklerden daha büyük mücadeleler veriyorlar. Üstelik kadın evde de işte çalıştığı kadar çalışırken, erkek ne yazık ki evde iş bölümü yapmamaktadır.  Bu yüzden eve geldiğinde ev işleri altında ezilen kadının yükü daha da artıyor. Çocukların, evin ve ev işlerinin sorumluluğu kadında oluyor. Ve zamanla bu yük birçoklarına ağır gelebiliyor. Bu zorlukları aşmanın yolu ise bilinçlenmek, iş bölümü yapmak ve kadınları desteklemekten geçiyor. Kadınların neden erkekler kadar başarılı olmadığını sorgulamak yerine erkeklerin bu konuda neler yapabileceğini tartışmak gerekiyor. Daha gelişmiş batı toplumlarındaki kadınlara özenirken bu toplumlarda erkeklerin kadınlarla nasıl işbirliği yaptığını, onların kariyerine nasıl saygı duyduğunu iyi gözlemlemek gerekiyor. Yeri gelmişken University of Houston’da Sosyoloji yüksek lisansı yaparken tezim üzerinde çalıştığım ve bir çok ödüllü kitabı ve makalesi olan bay hocam Prof. Dr. Anthony Dworkin'in derslerini eşiyle yaptığı yemek yapma günü iş bölümüne göre yaptığını asla unutamam. Buradan onu saygıyla analım J

 Yüzyıllardır kadınların mesleki olarak erkekler kadar iyi yemek yapamaması, mucit, politikacı, yazar, iş ve bilim insanlarının kadınlardan çıkmaması acaba bir tesadüf mü? Asıl sorulması gereken soru ise şudur: Eğitim hakkı verilmeyen, daha baştan bir kariyer hedefi sunulmayan, hatta vasıfsız işlere mahkum edilen kadınların içinden başarılıların çıkması bir mucize değil de nedir? Kanun önünde eşit olmayan, sosyal hayatta ezilen, kariyerinin ailesinin önüne geçmesi istenmeyen, iş hayatında aynı işi yapmasına rağmen önyargıdan dolayı daha az kazanan, eşiyle eşit doğum izni almayan, çocuk bakımı ve ev işlerini eşit paylaşmayan kadınların başarılı olmasıdır asıl olağanüstü olan. Bu mucizelerin bazılarına göz atmak isterseniz Elena Favilli ve Francesca’nın “Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler” kitabına bakabilirsiniz. Nefis grafikleri ve başarılı kadınların ilgi çekici hayat hikayeleri ile tam bir şölen!
asi kızlara uykudan ile ilgili görsel sonucu
Peki ben feminist miyim? Bana göre cinsiyet eşitliği ve insanların temel hak ve özgürlüklere sahip olmasıdır önemli olan. Bir cins diğerine haksızlık ediyorsa orada bir değişiklik yapılması gerekir. Örneğin feministlerin erkekleri eleştirdiği gibi eşinin parasını yiyip, evde iş bölümü yapmayan, çalışmadığı halde sürekli eşini hor gören veya ezen kadınların da eleştirilmesi gerekir. Ya da kolaya kaçıp, ne eviyle, ne çocuklarıyla ilgilenmeden, çalışmak da istemeyen kadınlar da erkeklere haksızlık etmektedir. Her şeyin üstünde olan, insanlığın haksızlığa uğramadan ve huzur içinde yaşamasıdır. Yani feminizm her iki cinsin de hak ve özgürlüklerini savunuyorsa (ki öyle) evet, katılıyorum. Sorumuza dönecek olursak, yemek yapmak kadın işi midir? Gerek yemek yapmak, gerek diğer ev işleri ve çocuk bakımı iki kişinin de çalıştığı bir düzende ortak yapılmalıdır; kadın ve erkeğin ortak işi olmalıdır.

Son sorumuz ise şu olmalı: Gelecekte cinsiyet farklılıkları nasıl olacak, kadın erkek ilişkileri nereye gidecek? Bu konu üzerine gelecekteki cinsiyet rolleriyle ilgili çeşitli teoriler var. Sosyolojik olarak cinsiyet rolleri ve aralarındaki farklılıklar azalırsa insanların daha mutlu olacağını iddia eden teoriler var. Ayrıca Post-cinsiyetçilik akımına göre cinsiyet farkları ve insanların üzerinde kurduğu baskı azaldıkça insanlar özgürleşecekmiş. Bu görüşe göre biyoloji ve üreme teknolojisindeki gelişmeler sayesinde belki de sayborglaşan (yarı robot) insan üzerinde gereksiz bir baskı oluşturan cinsiyet farkları azalacak ve insanın potansiyeli artacak. Ayrıca 2003’te yayınlanan Adem’in Laneti adlı kitabında Oxford Üniversitesi genetik profesörü Bryan Skyes 5,000 jenerasyon sonra yani yaklaşık 125,000 yıl sonra erkek cinsinin kalmayacağını ve sadece kadınların insan ırkını devam ettireceğini öngörmüş. Yanlış anlamayın, ben demiyorum. Ben sadece teorilerin yalancısıyım J Hayırlara vesile olsun ve tüm insanlık, gelecek nesiller için iyilik olsun. Tek önemli olan bu!

Not: Vakit ayırıp okuyanlardan bu kadar uzattığım için affola! Ama konu kadın erkek olunca kısa da yazılmaz ki, değil mi? J

Yorumlar

  1. Simaycığım, dikkatle okudum çok beğendim, tebrikler, zor bir konu, sana kendi deneyimimden
    örnek vermek en iyisi diye düşünüyorum.....üniversiteden 1973 de mezun oldum ve 45 yıldır çalışıyorum.Tüm çalışma hayatımda hep erkek egemen ortamlarda çalıştım.Oldukça da başarılı oldum. Kendi çapımda " I managed to do it" yani.Bu durumu nasıl değerlendirdiğimi sorarsan, tek bir cevabı yok, 35 yaşındaki yorumum ile şimdi 65 yaş yorumu oldukça farklı, anlatırım.....sevgiler
    yazmaya devam et....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülgün Hanım bloguma yorum yazan ilk kişi olarak tarihe geçtiniz 😂 Ve ben şimdi farkettim. Çok mutlu oldum; çok teşekkürler vakit ayırıp okuduğunuz için. Kesinlikle başarmışsınız. Zorlu bir yolculuk olmuştur herhalde. Sizden detayları dinlemeyi çok isterim. En kısa zamanda yanınızdayım 😊

      Sil
    2. mutlu olurum, kahveye bekliyorum ( Simaycığım, sen yorum yazdığımı 1 hafta sonra farketmişsin, oysa ben senin farkettiğini tam 1 ay sonra farkettim... yaş faktörü mü desem(!)
      kusura bakma :), sevgiler

      Sil
    3. Yaşla alakası yok. Ben bu siteye sık sık bakıyorum oysa sizin bakmamanız çok doğal 😊 Rica ederim, sevgiler 😘💕❤️

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ülker Gürtan Anısına (1928-2017) (@ayasdergisi Yazısı)

Masal ve Arketip Atölyesi - Norm Dışı